Düşünce Platformu
Ufukta “seküler ahlak” mı görünüyor… / Mustafa Öztürk
Merhum Akif Emre 2006 yılında yazdığı “Seküler Ahlak Mümkün mü?” başlıklı yazısının sonuna doğru, “Dinin yerine sekülerliği yerleştirmeye çalışan Türk seçkinleri, ruhunu boşalttığı insanımıza bir şey verememiştir. Din ile irtibatı kesilmiş bir ahlak sisteminin mümkün olmadığı, hele hele seküler ahlak gibi ucube modelin, kurgusal bir toplum fantezisinden ibaret olduğunu anlamak için gelinen noktaya bakmak yeterli...” demişti. Bugün artık “dinin yerine sekülerliği yerleştirmeye çalışan Türk seçkinleri”nin esamisi pek okunmuyor. Dahası bugün hemen herkes kendini dinî kavramlar, semboller, imgeler üzerinden tanıtıp tanımlama hususunda pek titizleniyor. Ayrıca dinin zinde güçler tarafından “irtica tehdidi” olarak kodlandığı, “28 Şubat bin yıl sürecek” gibi naralar atıldığı dönemlerin kötü hatıralar müzesine kaldırıldığı biliniyor.
Mustafa Öztürk - Karar
Merhum Akif Emre 2006 yılında yazdığı “Seküler Ahlak Mümkün mü?” baÅŸlıklı yazısının sonuna doÄŸru, “Dinin yerine sekülerliÄŸi yerleÅŸtirmeye çalışan Türk seçkinleri, ruhunu boÅŸalttığı insanımıza bir ÅŸey verememiÅŸtir. Din ile irtibatı kesilmiÅŸ bir ahlak sisteminin mümkün olmadığı, hele hele seküler ahlak gibi ucube modelin, kurgusal bir toplum fantezisinden ibaret olduÄŸunu anlamak için gelinen noktaya bakmak yeterli...” demiÅŸti. Bugün artık “dinin yerine sekülerliÄŸi yerleÅŸtirmeye çalışan Türk seçkinleri”nin esamisi pek okunmuyor. Dahası bugün hemen herkes kendini dinî kavramlar, semboller, imgeler üzerinden tanıtıp tanımlama hususunda pek titizleniyor. Ayrıca dinin zinde güçler tarafından “irtica tehdidi” olarak kodlandığı, “28 Åžubat bin yıl sürecek” gibi naralar atıldığı dönemlerin kötü hatıralar müzesine kaldırıldığı biliniyor.
***
Dindar kitlelerin dinî ahkâmın gereklerine göre yaÅŸama ve bu yaÅŸantıyı kamusal alana taşıma yönündeki taleplerinin önündeki hemen her engelin kalktığı bir döneme ÅŸahitlik ediyoruz ve bu büyük imkâna kavuÅŸmanın şükrü mucip olduÄŸunu biliyoruz. Fakat Allah’a iman, taat ve sadakat sözü veren herkes için dinin en temel unsurları arasında yer alan ve aynı zamanda erdemli toplum modeli üretmenin olmazsa olmazları arasında sayılan ahlâkî deÄŸerleri hayata taşımak söz konusu olduÄŸunda kesinlikle çok kötü bir sınav veriyoruz. Ãœstelik bu alandaki performans karnemizin son derece berbat olduÄŸuna gündelik hayat tecrübelerimizle de ÅŸahitlik ediyoruz. Açıkçası din ve ahlak alanında kirlenmedik hiçbir ÅŸey bırakmamaya ant içmişçesine yuvarlanıp gidiyoruz. Gayr-i ahlâkî hayat akışımızın yarattığı vicdan azabını din temalı belagat gargaralarıyla birazcık dindirelim ya da ahlâkî defolarımız ve foyalarımızı sükseli dinî nutuklarla kamufle edelim derken belki de farkında olmadan hırs, ihtiras, haset, gıybet, yalan, iftira, kavga gürültü ÅŸehveti, nefret dili gibi olanca kirimizi kutsala da bulaÅŸtırıyoruz. Böylece kendi bataklığımıza dini de çekiyor, dinin insanlığa yönelik vaatlerini hoyratça tüketiyoruz.
Sonuçta din referanslı ahlâkî deÄŸerler sistemini kendi ellerimizle bertaraf ediyoruz. Böylece dinî ahlak alanına seküler ahlakı davet ediyoruz. Çünkü tabiatın boÅŸluk kaldırmadığını, insanoÄŸlunun da fıtrî olarak deÄŸerden bağımsız yaÅŸayan bir varlık olmadığını biliyoruz. Bu noktada “Seküler ahlak mümkün mü deÄŸil mi? Seküler ahlakın fayda zarar analizi nedir? Böyle bir ahlak sisteminin getirisi götürüsü nedir?” gibi meseleler hakkında görüş belirtmeyi ÅŸimdilik gereksiz görüyoruz. Çünkü biz burada seküler ahlakın mahiyetini tartışmıyor, aksine bugün geldiÄŸimiz noktada, “Kötülüğü iyilik ve güzellikle sav” (Fussilet 41/34), “Her kim (maruz kaldığı kötülüğe karşı) kendini tutar ve bağışlayıcı davranırsa ([ilsin ki) bu (her kiÅŸinin deÄŸil) er kiÅŸinin kârı olan iÅŸlerdendir” (Şûrâ 42/43) buyuran Allah’a gerçekten inandığını söyleyip O’nun buyruklarına sadakat sözü verdiÄŸini iddia eden biz müslümanların özellikle genç kuÅŸaklar ve gelecek jenerasyonlara dinî kimlikler, retorikler ve pratiklerle bezeli büyük bir ahlaksızlık mirası bırakacak olmamızın kuvvetle muhtemel sonuçları üzerine konuÅŸuyoruz. Yani Mehmet Akif’in, “Aldanma insanların samimiyetine, menfaatleri gelir her ÅŸeyden önce… Vaat etmeseydi Allah cenneti, O’na bile etmezlerdi secde…” dizelerine konu olan trajedinin gönüllü kahramanları olmamızın yakın gelecekte bizzat dinin kendisine çıkaracağı ağır maliyete dikkat çekmeye çalışıyoruz.
***
Ä°htimal ki bu satırları okuyan birçok dindaşımız, öfkeyle kalkıp ‘nerde benim klavyem’ diyecek ve ardından, “Hep bardağın boÅŸ tarafını anlatıyorsunuz, hep bize taÅŸ atıyorsunuz” gibi yorumlar döşenecektir. Bu tarz alınganlıklar karşısında, “Yarası olan gocunur” demek istemiyorum, ama ÅŸunları söylemeden de edemiyorum: Sekülerist, adı üstünde sekülerist olduÄŸundan, kendini ve kendi dünya görüşünü kutsal deÄŸerler sistemi üzerinden tanımlama ihtiyacı hissetmez, dolayısıyla kendisine daha mutlu ve konforlu yaÅŸama imkânı sunacak bir dünya kurmaktan ötesini pek düşünmez. Hâliyle, tüm insanlık ailesine nizamat vermek gibi büyük ideallerle de pek ilgilenmez. Gelgelelim bize, biz müslümanlar din üzerinden hem kendimize hem de insanlık ailesine büyük sözler vermiÅŸ, nice güzellikler vaat etmiÅŸtik diye hatırlıyorum. Dolayısıyla bugün geldiÄŸimiz noktada onca sözümüzden hangisini yerine getirdik, vaat ettiÄŸimiz onca güzellikten hangisini insanlık ailesine armaÄŸan ettik diye adamakıllı düşünmemiz ve her ÅŸeyden önce kendi kendimize hesap vermemiz gerektiÄŸine inanıyorum.
KARAR
Henüz yorum yapılmamış.